Seçimin
üzerinden bir hafta geçmiş olmasına rağmen, TBMM’de temsil hakkı elde eden
siyasi partilerin yetkilileri tarafından yapılan açıklamalarda, halkın
tercihlerinin doğru okunmadığına şahit oluyoruz. Millet, siyasi partilere
“egolarınızın tatmini için birbirinizle horoz dövüşü yapın” demedi, “her şeye
rağmen bu ülkeyi hükümetsiz bırakmayın” dedi.
Ana
muhalefet partisi CHP, seçimin tartışmasız galibiymiş gibi yüksek perdeden
uçmaya devam ederken, temel
stratejilerinde hiçbir zaman iktidar olmayı hedef almamış ama her dönem
“devlet” ile var olmayı hedeflemiş MHP’nin Sayın Genel Başkanı Devlet Bahçeli,
şimdiden AK Parti’ye tüm kapıları kapatmış görünüyor. Seçim gecesi kendisine
yönelen “emanet oylar”ın bilinci ile hareket eden, sonrasında Kandil’den yediği
şamarın etkisiyle bu söyleminden vazgeçen ve seçimin en büyük kazananı olan HDP
ise ne yapacağını bilemez (İmralı-Kandil ve ABD arasında sıkıştığından) bir
vaziyette ülkem insanına şirin görünme gayretine devam etmekte.
AK
Parti cenahından seçim sonuçlarına ilişkin en çarpıcı değerlendirmeyi parti
sözcüsü Beşir Atalay yaptı. Atalay katıldığı bir televizyon programında, “Çözüm
sürecinde seçim nedeniyle frene basılması, Doğu ve Güneydoğu’daki oy kaybında
bir faktör olabilir mi?” sorusuna, “Bunu ben bir faktör olarak görüyorum. Bu,
hükümetimizin bir politikasıdır, bunu bir yana bırakıyorum. Bunu bir parti
sözcüsü olarak değil de şahsi bir görüş olarak söylüyorum. Doğrusu her şey planlanmış ve giderken, artık neredeyse silah
bırakmayla ilgili son adımlara doğru gelinirken, seçim öncesi o sürecin bir
anlamda seçim sonrasına erteleniyor gibi bir hava verilmesi ya da durdurulması
burada faktörlerden biri olmuştur” diyerek, doğru bir tespitte bulundu.
29
Nisan 2015 tarihli, “Askıdaki Çözüm Süreci” başlıklı yazımızda, sürecin askıya
alınmasının kaybedeninin AK Parti olacağını: “AK Parti iktidarı, kendisinin
başlatmış olduğu ‘Kürt Sorunu’nu çözme gayretini nihayete erdirmez/erdiremezse,
özellikle bölgede illerinde yaşanacak bir hayal kırıklığının da müsebbibi
olacaktır. Öteden beri ‘AK Parti Kürtleri oyalıyor’ tezi bir nevi doğrulanmış
ve karşılık bulmuş olacaktır. Bu bahane üzerinden yaşanılacak muhtemel olaylar,
sadece olayları başlatanlar ile sınırlı kalmayacak, bu süreci selametle
sonuçlandıramayan AK Parti’yi de olumsuz yönde etkileyecektir.” ifadeleriyle
dile getirmeye çalışmıştık. Yine defaatle “sürecin uzamasının Kandil’in lehine
sonuçlar doğuracağı” ikazında da bulunmuştuk. Sürecin askıya alınmasından
sonra, devlet cenahından Öcalan ile bir görüşmenin olup olmadığı meçhulümüzdür.
“HDP'nin
barajı geçeceğini ben düşünmüyorum, şu anda yüzde 7 civarlarında görünüyorlar.
Bunu ittirme, şantajlarla ya tutarsa diye oynuyorlar ama bu çok sağlıklı bir
anlayış değil" diyen ve HDP’nin yüzde 13 oy almasıyla siyasi bir fiyaskoya
imza atan Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan; "HDP, PKK'ya silah bırakma
çağrısı yapsın" diyerek “Çözüm Süreci”nden sorumlu Başbakan Yardımcısı
olarak, ikinci bir fiyaskonun mimarı olmuştur. Bir siyasetçi, siyaseten rakibi
olan partiye ilişkin yüzde yüz yanılacak bir öngörüde bulunabiliyorsa, ülke ve
millet için neler öngörmez ki. Sayın Akdoğan, HDP’nin PKK’ya silah bıraktıracak
güç ve iradesinin olamayacağını bilmiyor mu? HDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş
ise "Silahlar konusunda çağrı yapacak olan Öcalan’dır ve o da İmralı’da
bekliyor" açıklamasıyla Akdoğan’a nispet yaparcasına bir cevap veriyordu.
Sayın Demirtaş! Öcalan, 21 Mart Nevruzu’nda PKK'ya silahsızlanma kongresi çağrıyı
yapmamış mıydı?
HDP
Eşbaşkanı Demirtaş’ın çağrısından sonra eline sazı alan KCK, "Türkiye'nin
demokratikleşmesini ve Kürt sorununun çözümünü isteyen çok farklı kesimler ve
bireyler HDP içinde yer almaktadır. Dolayısıyla böyle bir çağrıyı HDP
yapamayacağı gibi, mevcut İmralı koşullarında bulunan Önder Apo’nun da böyle
bir çağrıyı yapması mümkün değildir" diyerek bir taş ile iki kuş vurmayı
hedeflemiştir. Çözüm konusundaki en büyük otoritenin İmralı olduğu söyleyen
Demirtaş hizaya sokulmuş, silah bırakma
şartı olarak Öcalan’ın serbest bırakılması dillendirilmiş, bununla da HDP
tabanına “iddia edildiğinin aksine biz başkanlığa bağlıyız, onun özgürlüğü
olmadan silah bırakmayız” (mevcut şartlarda serbest kalması mümkün görünmüyor) denilerek,
tabandaki kafa karışıklığı giderilmek istenmiştir. Oysa arka planda, sürecin en önemli aktörlerinden olan Öcalan,
usulca devre dışı bırakılmaya çalışılmıştır.
Batı’nın
(özellikle de ABD’nin) Orta Doğu’daki yeni stratejik ortağı olan PKK, bölgedeki
etkinliğini arttırmaya devam ediyor. ABD liderliğindeki koalisyon güçlerinin
hava operasyonları desteğiyle Suriye’nin Tel Abyad kentinin de IŞİD’den
temizlendiği iddia edilmekte. Tel Abyad’ın PKK’nın Suriye yapılanması YPG’nin
kontrolüne geçmesiyle Suriye’nin batısındaki Cizre kantonuyla, doğusundaki
Kobani kantonu coğrafi olarak birbirine bağlanacak, sonuç olarak; ABD’nin
bölgedeki ikinci bir Kürt Devleti kurma projesi hayat bulmuş olacaktır.
Son
dönemlerdeki politikalarıyla Barzani’yi ikinci plana iten ABD, bu planıyla
Türkiye üzerinden dünyaya dağıtılan Kürt petrolünün Akdeniz’e indirecek
alternatif yeni güzergâhlar açmaya çalışmaktadır.
Bu
kadar önemli gelişmelerin yaşandığı bir coğrafyada bulunan Türkiye’nin, iç
politikadaki kısır çekişmeleri bir kenara itip, ülke ve millet menfaati için gerekli
adımları atması elzemdir. Başta ABD’in olmak üzere, bölgesel aktörlerin her
türlü müdahalesini boşa çıkartmak adına, devlet aklının Türkiye için hayati
önem taşıyan Çözüm Sürecini bir an önce hedefine ulaştırılması gerekmektedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder