13 Mart 2015 Cuma

PKK ile Yüz Yüze Geçen Yıllar ve Barış!

   

             12 Eylül 1980 sonrası… Sıkıyönetim kanunları ve uygulamalarının gündemde olduğu günler, lise öğrencisiyiz. Sorgulamaya çalışan, tam bir sonuca ulaşamadan, kısa yoldan yargılayan bir ruh hali içindeyiz… Çevresel faktörlerin etkisiyle, zaman zaman darbeci generallere methiye düzmekten de geri kalmadığımız bir dönem…

Televizyon mu? Var ama biz de yok. Sadece “Sierra” marka uzun ve kocaman bir radyomuz vardı. Ve akşamı dört gözle bekleyen, kösteklerini kontrol ederken çocuklara  “ajansa çok kaldı mı?” diye soran,  akşam haberlerinin başlamasıyla çevredeki en cılız sese dahi sinirlenerek “sessiz olun duyamıyorum, sessiz olun”  diyerek tepki gösteren ruhları şad olası yaşlılarımız…

Haberlerin bitiminden hemen sonra ise sunucunun “Sıkıyönetim Komutanlığı’ndan bildirilmiştir” anonsuyla birlikte, “1402 sayılı Sıkıyönetim Kanunu gereğince…” diye devam eden uzun metinler “idam” kararı verilenler ve arananlar listesi…

Lise öğrencisi de olsak, memleket sevgimiz,  birazcık da merakımızdan olsa gerek, düzenli bir şekilde haberleri takip etmeye çalışıyor, okul harçlıklarımızla -arttırabildiysek eğer- kimi zaman da gazete alıp okuyorduk. (merhum Ahmet Kabaklı’nın köşesini yırtar, arşiv yapardık) Sağ ve sol hareketleri sorguluyor, kendimizce yorumlar yapıyorduk. 

O dönemlerde şehirlerarası yolculuklar genellikle trenle yapılırdı. Kurtalan ve Tatvan Ekspresleri’ne aşina olmamız, Elazığ’a gidiş gelişlerde treni kullanmamız nedeniyle de dönemin yasadışı silahlı örgütlerini ismen de olsa biliyorduk. PKK’yı ise daha ziyade “Apocular” olarak tanıyor, ülkeyi bölmek isteyen bu harekete fırsat verilmemesi gerektiğini her ortamda dile getiriyorduk.

Sonraki yıllarda PKK literatürüne “ilk kurşun günü” “diriliş bayramı” olarak giren ve kutlanan, 15 Ağustos 1984 günü PKK, Eruh ve Şemdinli baskınlarını gerçekleştirdi.   PKK’nın Siirt-Eruh ve Hakkâri-Şemdinli ilçelerine yönelik gerçekleştirdiği eylemler ile Türkiye’de büyük bir şok yaşandı. (PKK’nın ilk büyük ölçekli silahlı eylemi olan Eruh ve Şemdinli baskınlarında 1 er şehit olurken, 9 asker ve 3 sivil yaralandı, askeri birliğe ait çok sayıda silah ve mühimmat ise gasp edildi)

Başbakan Turgut Özal’ın haber aldığı ilk anda “üç beş çapulcunun marifeti” diyerek hafife aldığı (ilk anda hafife almış olsa da Özal, sonraki yıllarda meselenin ciddiyetini görmüş, soruna çözüm aramış ama ömrü kifayet etmemişti)ve hakikatte otuz yıl sürecek olan kanlı çatışma döneminin başlangıcıydı 15 Ağustos. On binlerce insanın yaşamına, milyarları bulan maddi kaybın oluşmasına neden olan dönemin başlangıcı.

Çatışmaların yoğunlaştığı ve şehit cenazelerinin arttığı bir dönemde askerliğimizi yaptıktan sonra, “Kürt sorunu ile iç içe, PKK ile yüz yüze geçen” yıllar ve bugün…

Evlilik, çoluk-çocuk derken, yaş elliye yaklaştı. Çocuklar büyüdü, yetişti, üniversite ve askerlik çağlarına geldi. Ve biz hâlâ “Kürt sorunu ile PKK’yı” konuşuyoruz.

2012’nin son günleri,  2013’ün başlarında başlatılan süreç, (ister çözüm süreci, ister milli birlik ve kardeşlik süreci deyin) 28 Şubat 2015’te Dolmabahçe’de AK Parti ile HDP İmralı Heyeti tarafından okunan ortak metin ile belli bir olgunluğa ulaştı.

Ulaştı ulaşmasına ama maalesef, yaşanan bunca ölüm, acı ve gözyaşına rağmen, bu ülkeye barışın gelecek olmasından rahatsızlık duyanlar var. Siyaseten meşru her türlü mücadelenize, söyleminize düşüncenize saygı duyuyorum. Lakin barış, günlük siyasi çekişmelerinize, siyasetinize malzeme edilecek kadar ucuz değildir beyler!

“Çözüm Süreci”nin hedefine ulaşmaması ve bu sürecin barışla sonuçlanmaması durumunda, maazallah; geçmişle kıyaslanamayacak sertlikte ve uzun yıllar sürebilecek bir iç savaş ile karşı karşıya kalabiliriz. Özellikle 1990 sonrası doğumlular ile bölgedeki gençliğin büyük çoğunluğu, fikrî ve zihnî planda; -maalesef- Türkiye’den uzaklaşmışlardır. (Merak edenler, lütfedip birkaç günlüğüne bölgeyi dolaşabilirler)

Daha açık bir ifadeyle, yeni bir iç çatışma, tasavvur edilemeyecek kadar ağır bedellerin ödenmesiyle sonuçlanabilir. “Çözüm Süreci”, bölünmenin eşiğine gelen ülkenin birliğinin koruması adına elimizdeki son fırsatlardandır.

Eğer bir gün Rabbim kısmet eder de bu ülkeye “barış” ve “huzur” gelirse, barışa inanmayanlar; ülkem insanına nasıl özür beyan edeceklerdir? Çok merak ediyorum!

“Barış, her şeyi hazmeden mutluluktur.” diyor Victor Hugo…

Barışla kalın efendim…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder