Türkiye’nin
yakın siyasi tarihine bakıldığında, sorumluluk sahibi olması gereken siyasi
parti liderleri ve çok sayıda siyasetçi, toplumun sinir uçlarına dokunacak
siyasi dil ve söylemleri her dönemde kullanmıştır. Siyasi partilerin toplumu
kutuplaştıran bu tür söylemlerden nemalanmaları ise sosyolojik bir vakadır.
HDP
Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş’ın “Sayın
Recep Tayyip Erdoğan, HDP var oldukça HDP’liler bu topraklarda nefes aldıkça
sen başkan olamayacaksın. Sayın Recep Tayyip Erdoğan seni Başkan
yaptırmayacağız, seni Başkan yaptırmayacağız, seni Başkan yaptırmayacağız…” açıklamasını
nasıl okumalıyız? Bu açıklama ile kimlere ne tür bir mesaj verilmek
istenmiştir?
Bu
ifade 7 Haziran seçimlerinde kimi çevrelerce dillendirilen “HDP, AK Parti ile anlaştı” iddialarını çürütmeye yönelik bir
açıklama olsa da Demirtaş bu ifadeyle,
hem iddia sahiplerine, hem Erdoğan ve AK Parti karşıtlarına, hem de
Kandil’e mesaj vermiştir.
Son
dönemlerde karşılıklı sert ifadelerin kullanılmış olmasına rağmen, Başbakan
Yardımcısı Yalçın Akdoğan’ın “İzleme
Komitesi’nde 5-6 kişinin yer alacağı bu isimlerden bazılarının belirlendiği,
nihai kararı Başbakan Davutoğlu’nun vereceğini” açıklaması, Öcalan’a İmralı’da
sekretarya görevi yapacak olan PKK’lı beş tutuklunun (Mehmet Sait Yıldırım,
Ömer Hayri Konar, Çetin Arkaş, Nasrullah Kuran ve Veysi Aktaş) belirlenmesi, değişik engeli bulunan ve cezaevlerinde yalnız
başına yaşayamayacak derecede ağır hasta olan 45 KCK’lı tutuklunun denetimli serbestlik
kapsamında geri kalan cezalarını evlerinde geçirmelerinin sağlanacak olması, “Çözüm
Süreci”nin ağır da olsa ilerlediğini göstermektedir.
Peki,
bugünkü parametrelere bakıldığında “Kürt
sorunu tamamen çözülmüştür, Türkiye’nin artık bir Kürt sorunu yoktur” denilebilir
mi? Hayır, böyle bir iddiada bulunmanın henüz erken olacağı kanaatindeyim. Kürt
sorununun çözümünde gelinen noktaya bakıldığında, 10-15 yıl öncesinin çok çok
ilerisindeyiz. AK Parti iktidarları dönemlerinde çok önemli mesafeler
katedildi. (TRT Kurdî’nin açılması, üniversitelerde Kürdoloji bölümlerinin
kurulması, Kürtçenin seçmeli ders olarak Millî Eğitim müfredatına girmesi,
seçim dönemlerinde Kürtçe propagandanın yapılmasına izin verilmesi… vb.) Ancak,
toplumun tüm fertlerine eşit ve toplumun tümünü kucaklayan, sivil bir anayasa
hazırlanmadan, sorunun çözümsüzlüğünün sonucu olan ve hâlâ elinde silahı bir
tehdit ve güç unsuru olarak bulunduran PKK varlığı bertaraf edilmeden, Kürt
sorununun çözüldüğünü dile getirmek gerçekçi olmayacaktır.
İki
yıldır devem eden bir süreç var ve iki yıldan beri “çözüm süreci”ne direnen bir
Kandil var. Ve Kandil’in söylemlerine paralel açıklamalar yaparak düz ovada
siyaset üreten HDP Eşgenel Başkanı Selahattin Demirtaş var.
Kürt
sorununun çözümünü kolaylaştıracak en önemli muhataplardan biri şüphesiz, sivil
siyasettir. HDP’nin izleyeceği yol ve politikalar çözüm için hayati önem
taşımaktadır. Eğer HDP (geçmişteki ismiyle BDP) inisiyatif belirleyip, “sorunun muhatabı benim”
diyebilseydi, çözümü konuşmak daha da
kolaylaşacaktı.
“Çözüm
Süreci”nin bir an önce nihai hedefe ulaşması için, HDP’nin Kandil’in
vesayetinden kurtulması/kurtarılması gerekmektedir. HDP, Kandil’i sigorta
olarak görmemelidir. Türkiye partisi olacağı iddiasıyla kurulan HDP, toplumun
tümüne hitap etmedikçe -ve ona göre politikalar belirlemediği müddetçe- çözümün
ana unsurlarından biri olamayacaktır. Dünyada salt etnik milliyetçilik
temelinde siyaset yapan partilerden hiçbiri amacına ulaşamamıştır.
Türkiye,
kuruluşundan beri varlığını şiddetle hissettirmiş yasadışı bir örgütün,
demokratik siyasete dâhil edilmesinin zorluklarıyla mücadele ederken, kamuoyu; “yeni bir umut” beklentisiyle, 21 Mart’a
Diyarbakır’da okunacak olan Öcalan’ın mesajına odaklanmış durumda.
Açıkçası
Öcalan’ın okunacak olan yeni mesajının, Kandil üzerinde çok da etkili olacağını
düşünmüyorum. Öcalan’ın 2013 Nevruzu’nda “Bugün
milyonların şahitliğinde yeni bir dönem başlatacağım. Silah değil, siyaset.
Silahlı güçlerimiz sınır dışına çekilsin” açıklamasına rağmen, ancak % 20-25 oranında
bir çekilme gerçekleşmişti. Yine, HDP İmralı Heyeti tarafından 28 Şubat
Dolmabahçe’de okunan “Silahların
bırakılması için PKK’nın kongre yapması” çağrısına, KCK üst düzey yöneticilerinden Cemil Bayık’ın “Apo gelip kongreye katılmadan PKK, silah
bırakmaz” çıkışı, Kandil’in Öcalan’a
rağmen direnmeye devam edeceği endişesini devam ettirmektedir.
Sözün
kısası, “Nevruzun” tüm Türkiye’nin bir festival coşkusuyla beraberce
eğlendikleri, kutladıkları ortak bir dayanışma bayramı olması temennisiyle…
Nevruz
kutlu olsun,
Newroz
pîroz be...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder