PKK-KCK ve HDP, ideolojik olarak tükenmiş, topluma vereceği bir mesajı
kalmamıştır. Yıllarca kendi tabanını ve bölge insanını “Siyasal yollardan Kürt sorununun
çözümünü ve Türkiye'nin demokratikleşmesini sağlayacak yoğun bir çaba
gösteriyoruz ancak bu çabalarımız devlet tarafından karşılık bulmuyor”
yalanıyla oyalayan PKK, yaşamsal kaynağı için (aslında yeni olmayan ama yeniden
tedavüle koyduğu) şahıs endeksli stratejiyi bir kez daha gündeme getirdi. Kendi propagandalarına malzeme edecek bir tek malzemesi kaldı. O
malzeme de iki şahıs üzerinden ürettikleri iki kutuplu siyasettir. Bunlardan
ilki Cumhurbaşkanı "Erdoğan" düşmanlığı, diğeri ise İmralı’daki
"Öcalan" fetişizmidir.
15 Temmuz darbe girişimi cuntasının hedeflerinden biri de İmralı’nın
basılarak Öcalan’ın infaz edilmesi ve bir iç savaşa sebebiyet vermek olduğu
gerçeğidir. Darbeci hainlerin İmralı’yı da hedeflediklerinin kamuoyuna
yansımasından sonra, gerek HDP ve gerekse Kandil’deki -çok bileşenli-
uluslararası terör şebekesi KCK, bu durumu kendileri için bir fırsata çevirme
gayreti içerisine girdiler.
15 Temmuz’dan sonra Türkiye’nin hemen her yerinde (Hakkâri’den tutun da
Edirne’ye kadar) hürriyet ve özgür irade (halk iradesi) mitingleri
düzenlenirken, PKK yandaşları da alternatif olarak Avrupa’nın birçok ülkesinde
Öcalan’a özgürlük adı altında çeşitli etkinlikler düzenlemiş ve hâlâ da
düzenlemektedirler.
HDP Eş Genel
Başkanı Selahattin Demirtaş, Öcalan’dan haber alınamamasının gerilime
neden olduğunu iddia ederken, “Öcalan
1999’da yakalandığında bir günde onlarca insan kendini yaktı. Çok büyük
çılgınlıklar ortaya çıkabilir. Hakikaten bilmiyorlar, biz de bilmiyoruz. Öcalan
sağ mı, ölü mü, yaralı mı, durumu nedir, o gece orada ne oldu?” sözleriyle de kamuoyunun zihnini
bulandırmaktan geri durmamıştır. “Sokağın kullanıldığı bir dönemde Erdoğan’ın
bize hedefe koyması, ‘Şehitlerin hesabını veremezdik’ demesi yeni bir durumdur.
Bundan sonra HDP büyük kitlelerin hedefi haline gelebilir. Erdoğan bunun
işaretini verdi. Bu çok tehlikeli bir şeydir” sözleriyle, “Erdoğan” isminin
kendilerinde nasıl paranoyaya dönüştüğünü ifade etmektedir. 15 Temmuz darbe
girişimine net olarak tavır alamamış olan Demirtaş’ın -Kandil’den icazet
almadığındandır- Türkiye’nin yekvücut olduğu bir dönemdeki mitingleri tehlikeli
bulması hastalıklı bir ruh halinin dışa yansıması olsa gerek.
Sisli havadan
kemik kapmak isteyen birileri (M. Karayılan) de “Yani Türkiye sisteminin şu anda
yaşadığı kriz, esas olarak Kürdistan Özgürlük Mücadelesi karşısında yaşadıkları
yenilginin bir sonucudur” diyerek, (cehaletini,
akılsızlığını) malumu bir kez daha ilam etmiştir. Demirtaş’ın açıklamalarıyla
birebir örtüşen açıklamanın devamında Karayılan, “15 Temmuz’da yaşanan darbe girişiminin en büyük hedeflerinden
birisinin Önder Apo olabileceği bilinmesine rağmen, Önder Apo’nun yaşamı
konusunda halkımızın kaygılarını giderecek görüşmeleri yaptırmıyor”
diyerek, kendi tabanını manipüle etmektedir. Şehir ve hendek stratejisiyle
bölge insanını sokağa indiremeyen Karayılan, halka yaptıkları zulmü bir zafer
edasıyla -marifetmiş gibi- utanmadan sahiplenmeye devam etmektedir.
Her
açıklaması bir hezeyan olan Karayılan’ın, (geniş bilgi için http://mehmetmemdoglu.blogspot.com.tr/2015/12/karaylann-hezeyanlar.html) “Türkiye’nin
düze çıkması için tek yol vardır; o yol da İmralı’dan geçmektedir. Yalnızca
Önder Apo’nun projesi Türkiye’yi düze çıkarabilir… Önder Apo özgür olmadan
Türkiye’de ne demokrasi, ne istikrar, ne de refah gelişmez. Bunu herkesin
bilmesi lazım” ifadesi ise aç tavuğun rüyasında darı ambarı görmesi
şeklinde tevil edilebilir. Aynı Karayılan, Türkiye’nin bölünmemesi ve birlikte
yaşaması için “demokratik özerkliğin” gerekli olduğunu da iddia etmişti.
Karayılan’ın iddia ettiği “özyönetim-demokratik özerklik” saçmalığı, Kürtlere
demokrasi yerine, kan, acı ve gözyaşı getirmiştir. Kan ve gözyaşının da PKK’nın
yaşam kaynağı olduğu gerçeği unutulmamalıdır.
Geçtiğimiz Mayıs ayında Diyarbakır
Dürümlü’de sivil köylülerin katledilmesiyle büyük bir vahşete daha imza atmış
olan PKK, yine Diyarbakır’da bir başka sivil vahşete imza atmıştır. Sur ilçesi On Gözlü Köprü girişinde polis
aracının geçişi esnasında bomba yüklü aracı patlatmaları sonucu, aynı aileden
beş sivil katletmiş, beşi polis on iki kişiyi de yaralamıştır. Yine Mardin
Kızıltepe’de polis servis aracının geçişi sırasında yol kenarına park edilmiş bomba
yüklü aracı patlatmaları sonucu biri polis, üç kişi hayatını kaybetmiş,
yaklaşık elli kişi de yaralanmıştır.
PKK,
“makyavelist” bir yaklaşımla,
kendilerinin gerçekleştirmiş olduğu her eylem tarzının meşru gören, amaçları
uğruna düzenledikleri her türlü eylem sonrasında hayatlarını kaybeden (güvenlik
kuvvetleri dâhil) sivil insanların ölümlerini meşrulaştırmakla büyük bir
ahlaksızlığa imza atmıştır/atmaktadır.
15 Temmuz darbe girişimi sonrasında
oluşan güvenlik zafiyetini fırsata dönüştürerek, Kandil’de KONGRA-GEL’in 10.
Genel Kurulu’nu gerçekleştiren PKK’nın, 20 Temmuz itibarıyla ilan edilen üç
aylık OHAL’i Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın karşı “sivil darbesi” olarak görmesi, Erdoğan düşmanlığının PKK’lı
teröristlerin zihinlerinde oluşturduğu tahribatı da gözler önüne sermiştir.
Türkiye’deki darbe girişimine sessiz
kalan Batı’nın, PKK’nın terör eylemlerine ses çıkarması beklenemez…