Bugün 17 Aralık 2014. 17 Aralık operasyonlarının 1. yıl dönümü. 24 Aralık 2013 tarihli yazımız...
[Gündem yoğun… Yerel seçimlerin yaklaşmasıyla birlikte siyasi partilerin aday belirleme telaşı, çözüm süreci, Ergenekon tahliyeleri, Türkiye’nin AB ile ilişkileri, Orta Doğu, Suriye, İran… derken, Hükümet-Cemaat çatışması… (Buna Cemaat-Devlet çatışması demek daha doğru olur.)
Doksan yıllık Cumhuriyet tarihinde, Türkiye toplumunun; “toplum mühendisleri”nin müdahalesine maruz kalmadığı hiçbir dönemi yoktur.
Türkiye’de karamsar bir tablonun oluşmasında bu mühendisler ile birlikte kimi liberal, muhafazakâr ve demokrat yazarların da, genelde hükümeti, özelde Başbakan’ı yıpratmaya yönelik özel çabalarını da unutmamak gerekir. Bu çabalar, öyle bir hâl aldı ki Başbakan’ı tasfiye uğruna, Türkiye düşmanı mihraklar ile işbirliğine bile “evet” dediler. Bu mühendisler, “mühendisliklerini” önce Gezi, sırasıyla çözüm süreci, dershaneler ve şimdi de Hükümet-Cemaat çatışmasında ustaca sergilemeye başladılar.
Eski bir tabir vardır: “Hafıza-i beşer nisyan ile maluldür.” Yani insan hafızası unutma ile hastalıklıdır, unutur anlamında…
İşte Hükümet ile Cemaat arasındaki kavganın şifreleri, Taksim Gezi olaylarının başlangıcında gizlidir.
Taksim olaylarının bir provokasyon olduğu tartışma götürmez bir gerçektir. Yapılmak istenen neydi? Taksim’i yayalaştırma çalışmaları… Düzenlemeyi yapmak isteyenler uygulamalarını halka iyi anlatamadılar ve toplumun algısını iyi yönetilip yönlendirilemedi. Bunu fırsat olarak gören uluslararası derin güçler ve Türkiye’deki bağlantıları, ülkede bir kaos ortamı oluşturmak istediler. İktidardan rahatsızlığı olan, sağcı, solcu, muhafazakâr, milliyetçi, ulusalcı, vb. marjinal gruplar, yerden mantar biter gibi Taksim Meydanı'nda bitiverdiler.
Daha dün (03.06.2013), “Tam Türkiye gelişiyor, kendine geliyor, dünya dengeleri arasında yerini alıyor diye düşünülürken yeni bir iç kargaşaya bu ülkenin dayanacak tahammülü kalmadı. Yıllarımız heba oldu kutuplaşmalar yüzünden. Bir kez daha aynı acıyı yaşamak zorunda değiliz. Basiret lütfen...” diyen Ekrem Dumanlı’dan bugün de aynı basireti biz kendisinden bekliyoruz: Sayın Dumanlı! Basiret lütfen…
Ama ne gezer! Aynı Dumanlı (09 Aralık 2013), “Vesayetin her türlüsüne lanet! Askerî vesayet de, siyaset dışı vesayet de, hükümetler eliyle oluşturulan vesayet de demokrasinin belini kırar, aklını başından alır… Görünen o ki, seçimler yaklaştıkça, her defasında olduğu gibi, atmosfer daha da zehirli hale gelecek. Türkiye’nin şeffaf, katılımcı, hesap verebilen bir demokrasiye ihtiyacı daha da artmıştır. Çözüm, bu ihtiyacı görmezden gelmek, milletle kavga etmek değildir; katılımcı demokrasiye topyekûn sahip çıkmaktan geçiyor...”
Sayın Dumanlı, “Cemaat vesayeti” bu saydığınız vesayetlerden biri mi, yoksa ayrıcalıklı mı?
Dün H. Gülerce “14.06.2013), “Evet, Gezi Parkı’nın daha derinlerde, ‘asıl nerede yanlış yapıyoruz?’ sorusuna cevap arayan ve içe dönük bir durum muhakemesini gerekli kılan hikmetleri olması lazım…” derken, bugün aynı Gülerce (04.12.2013), “Bakanlar Kurulu’nda, kayıtların devam edeceği kararlaştırıldı. Şimdi boğazı sıkan el gevşedi, bir nefes aldık ve makul, sağlıklı bir zeminde yeniden değerlendirme imkânı doğdu.” Ve (18 Aralık 2013), “Başbakan’ın hangi tavrı, kimlerin sessizliği yaralayıcı olmuştur? Vefasızlık hangi boyutlardadır? Pekiyi, bu istifanın (H. Şükür’ün) asıl anlattığı nedir? Birincisi, bu istifa siyasetin bundan sonrasını etkileyecektir. Biri sorsa ki; “Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak mı?” olmayacak derim. Bir tehdit olarak da kimse algılamasın.” diyebilmektedir.
Gezi ve sonrası meydana gelen olaylar, hassas ve kırılgan bir yapıya sahip olan Türkiye’nin toplumsal ve sosyal fay hatlarını yerinden oynatmaya yetmiş, toplumsal dokumuzun inceliğini bir kez daha meydana çıkarmış, Türkiye toplumunda hissedilir derecede kamplaşmaların oluşmasına sebebiyet vermişti.
07 Şubat 2012’de başlayan Hükümet-Cemaat gerilimi; Gezi olaylarıyla devam etmiş, dershanelerin kapatılmasının gündeme gelmesiyle ivme kazanan bu mücadele; yolsuzluk ve ihale operasyonları sonrasında adeta bir hesaplaşmaya dönüşmüştür. Çatışma ne yazık ki inanan kesim arasında bir kırılma, parçalanma ve bölünmeyi gün yüzüne çıkarmıştır.
Bu hesaplaşma seçimlere kadar devam edecek gibi görünüyor. “Sizin hayır bildiklerinizde şer, şer bildiklerinizde hayır vardır. Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey, sizin için hayırlıdır ve olur ki sevdiğiniz şey de sizin için bir şerdir. Allah bilir de siz bilmezsiniz. " (Bakara Suresi, 216) ayeti gereği, bu süreçlerin Türkiye için bir hayra dönüşeceğine inanıyorum. Çözüm süreci, Gezi Parkı, dershane ve benzeri süreçler, Türkiye’nin bir nevi temizlenmesi sürecidir. Bu süreç, Türkiye’deki çatışmacı, statükocu, ben-merkezci, jakobenist, hizipçi ve mutlak-egemenci kesimlerle ayrıştığı bir son ile sonlanacaktır.
Emperyalistler ve baronları, Gezi'de yarım bıraktıkları hesaplarını, maalesef ama maalesef, bugün Cemaat üzerinden kesmeye çalışıyorlar. Son operasyonların zamanlamasına bakıldığında, 2014 yerel seçimlerinin hedeflendiği apaçık ortadadır.
Operasyonların asıl amacı; Başbakan Erdoğan'ın Çankaya’ya çıkma ihtimaline karşı, AK Parti'yi toparlayacak tek isim olan Numan Kurtulmuş'u itibarsızlaştırmak. Yani anlayacağız, operasyon direkt iktidar partisine yöneliktir.
Sonuçta iktidar ya da muhalefet, bütün kesimler, Türkiye'nin hassasiyetlerini göz önünde bulundurmalıdırlar. İktidarlar cemaatleşmemeli ve cemaatler de iktidarlaşmamalıdır. Cemaatleşen iktidarlar güvenirliklerini, iktidarlaşan cemaat ve tarikatlar da hizmet gayelerinden uzaklaşırlar.
Hatırlatmakta fayda var.
Basiret: Varlık veya hadiselerin perde arkasını görmek, çabuk kavramak, hükümde isabet etmek demektir.
Lütfen biraz basiret…]
(Bu yazı ilk olarak 24 Aralık 2013 tarihinde yayınlanmıştır.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder