5 Aralık 2014 Cuma

Küstürülmüş Profesyoneller!

17 ve 25 Aralık operasyonları devlet kurumları içerisinde en büyük tahribatı, Emniyet Teşkilatı’na vermiştir. Asli görevinden uzaklaşarak devlet kurumlarını ele geçirmeye çalışan F. Gülen cemaati, bu tahribatın en büyük müsebbibidir.

17 ve 25 Aralık operasyonlarından sonra hükümet, Emniyet Teşkilatı (istihbarat, terör ve kaçakçılık başta olmak üzere) birimlerinde ilk etapta amir kadrolarında hızlı bir görev değişikliğe gitti. Sonraki dönemlerde bu görevden almalar en alt birimlere kadar indirgendi. Adı cemaatle anılan her personelin görev birimi ya da yeri değiştirildi. Teşkilatın içerisinde bir cadı avı başlatıldı. İstenmeyen kimi memurlar  “paralelcidir” denilerek bir başka birime gönderildi.

Doğru, yanlış demeden yapılan bu görev değişikleri Emniyet Teşkilatı’nı âdeta işlevsizleştirdi. Teşkilatta çalışma şevki kalmadı, birliktelik ruhu zedelendi, yara aldı. Ekip çalışanları birbirine güvenmeyen, birbirinden şüphelenen, birbirini gammazlayan bireyler konumuna getirildi.

Namaz kılan kimi personel, “paralelci” ithamından korktuğu ve çekindiği için birim içerisindeki mescitlere gitmez oldu. Hatta bir kısım personelin bu korku nedeniyle namazı terk ettiği iddia ediliyor.

17 ve 25 Aralık operasyonları öncesi Emniyet içerisindeki taltif ödeme adaletsizliğinin (birim amirlerinin çoğunun değişmiş olmasına rağmen) aynen devam ettiği iddia ediliyor.  Yıllardır aynı birimde çalışan personellerden 300-400 taltif almış olanın da, 10-15 taltif almış olanın da varlığından bahsedilmektedir.

Uzun dönemden beri Emniyet Teşkilatı’nın özlük haklarıyla ilgili ne bir iyileştirme ne de bir düzenlenme yapılmamıştır. Bir türlü düzenlenemeyen özlük haklarının yanında, son bir yılda yaşanan sıkıntılarla birlikte Emniyet Teşkilatı’nda ciddi bir ayrışma yaşanmaktadır. 

Dershanelerin kapatılması kararı ardından; Millî Eğitim Bakanlığı’nın okullarda öğrenciler için başlattığı takviye kurslarına giren öğretmenlerin ders saati ücretleri yüzde yüz arttırıldı(Aylık 1400 TL’ye tekabül ediyor). Akademisyen maaşlarında gözle görülür bir iyileştirme yapıldı (726-836 TL arası).  Hâkim ve savcılara yüzde 10 ile yüzde 35 arasında olmak üzere seyyanen 1155 TL’ye varan bir zam yapıldı. Alt rütbeli subay ve astsubaylar ile bunların emeklilerine görev tazminatı verilmesine ilişkin çalışmaların yapıldığını Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz açıklamıştı. Devletin üvey evladı olan Emniyet Teşkilatı mensuplarına bir şey yok. Bu adaletsiz durum, Polis Teşkilatını kısmen devlete küstürdü. Yani devlet şu anda bünyesinde  “küstürülmüş profesyonellerden” müteşekkil bir Emniyet Teşkilatı barındırıyor.

Bir başka konu, teşkilatın amir ihtiyacını karşılayan Polis Akademisi kapatıldı. Akademide öğrenim gören genç öğrencilerin ellerine bavulları verilerek, evlerine gönderildi. Yüzlerce gencin yaşadığı bu hayal kırıklığı karşısında, İçişleri Bakanı Efkan Ala, "Bu düzenlemeyi yapmak zorundayız. Çünkü oradaki öğrencilerin çoğu Paralel mensubu" diyerek, âdeta Türkiye Cumhuriyeti’nin itibarını “kurtarıyordu.”  Devlet bu kadar küçüldü mü Sayın Bakan? Koca Türkiye Cumhuriyet kendi çocuklarını devlete ve topluma kazandıracak çarelerden mahrum mu? Bu çocuklar Polis Akademisi’ne alınırken devlet neredeydi? Tek suçlu “Paralel Yapı” mı?

Rengi, inancı, giyimi ve düşüncesi ne olursa olsun, kim ya da kimler, devletin, milletin birliğine, beraberliğine karşı menfi faaliyetler içerisinde bulunuyor, devleti sabote ediyor veya etmeye kalkışıyorsa bunlar için gerekli yasal işlemler derhal yapılmalıdır.

Polis Akademisi’nin kapatılması doğru değildir.  Akademide eğitim gören öğrencilerin okuldan uzaklaştırılması gayr-ı hukuki bir uygulamadır.

Geçmişte Gülen Cemaati mensuplarına selam vermiş olan tüm devlet memurlarını “paralelci” diyerek fişlemek, görev yerlerini değiştirmek doğru değildir.

Hükümet icraatlarını beğenmeyen ve eleştiren,  AK Parti’ye oy vermemiş her polis memuru “paralelci” değildir. Bunun da bir ölçüsü olmalı.

Bu baskı ve ötekileştirme, Emniyet Örgütü Disiplin Tüzüğünün Meslekten Çıkarma cezasını gerektiren 8. maddesinin hükmünü bilmelerine rağmen, kimi Emniyet Teşkilatı mensuplarını, “hak aramak” adına aileleriyle birlikte izinsiz yürüyüşlere sevk edebilir.

Yaşanan bu süreçte, devletin “yanlışı yanlışla” düzeltme lüksü yoktur, olmamalıdır. Böyle bir uygulama, Türkiye’deki toplumsal kırılmayı daha da derinleştirecektir.  Toplumdaki bu ötekileştirme hamleleri;  kin ve nefreti artırır. Kin ve nefret ise çatışma ve şiddeti her zaman için teşnedir.

Sonuç itibarıyla, içinden geçtiğimiz süreç normal bir süreç olmayıp anormal bir hüviyet arz etmektedir. Böylesi hassas dönemlerde akl-ı selim ve kalb-i selimi devreye sokmalıyız. Hesabımıza gelmese dahi, memleket ve milletin umumi selameti adına şahsi ihtiras ve menfaatlerimizi; gerekirse rahatımızı da feda edebilmeliyiz.


Zaman, kılıçları kuşanma zamanı değil, kınına sokma zamanıdır…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder