17 ve 25 Aralık operasyonları devlet kurumları içerisinde en
büyük tahribatı, Emniyet Teşkilatı’na vermiştir. Asli görevinden uzaklaşarak
devlet kurumlarını ele geçirmeye çalışan F. Gülen cemaati, bu tahribatın en
büyük müsebbibidir.
17 ve 25 Aralık operasyonlarından sonra hükümet, Emniyet Teşkilatı
(istihbarat, terör ve kaçakçılık başta olmak üzere) birimlerinde ilk etapta
amir kadrolarında hızlı bir görev değişikliğe gitti. Sonraki dönemlerde bu
görevden almalar en alt birimlere kadar indirgendi. Adı cemaatle anılan her
personelin görev birimi ya da yeri değiştirildi. Teşkilatın içerisinde bir cadı
avı başlatıldı. İstenmeyen kimi memurlar “paralelcidir” denilerek bir başka birime
gönderildi.
Doğru, yanlış demeden yapılan bu görev değişikleri Emniyet Teşkilatı’nı
âdeta işlevsizleştirdi. Teşkilatta çalışma şevki kalmadı, birliktelik ruhu zedelendi,
yara aldı. Ekip çalışanları birbirine güvenmeyen, birbirinden şüphelenen,
birbirini gammazlayan bireyler konumuna getirildi.
Namaz kılan kimi personel, “paralelci” ithamından korktuğu ve
çekindiği için birim içerisindeki mescitlere gitmez oldu. Hatta bir kısım
personelin bu korku nedeniyle namazı terk ettiği iddia ediliyor.
17 ve 25 Aralık operasyonları öncesi Emniyet içerisindeki
taltif ödeme adaletsizliğinin (birim amirlerinin çoğunun değişmiş olmasına
rağmen) aynen devam ettiği iddia ediliyor. Yıllardır aynı birimde çalışan personellerden 300-400
taltif almış olanın da, 10-15 taltif almış olanın da varlığından
bahsedilmektedir.
Uzun dönemden beri Emniyet Teşkilatı’nın özlük haklarıyla
ilgili ne bir iyileştirme ne de bir düzenlenme yapılmamıştır. Bir türlü
düzenlenemeyen özlük haklarının yanında, son bir yılda yaşanan sıkıntılarla
birlikte Emniyet Teşkilatı’nda ciddi bir ayrışma yaşanmaktadır.
Dershanelerin kapatılması kararı ardından; Millî Eğitim Bakanlığı’nın okullarda öğrenciler için başlattığı
takviye kurslarına giren öğretmenlerin ders saati ücretleri yüzde yüz arttırıldı(Aylık
1400 TL’ye tekabül ediyor). Akademisyen maaşlarında gözle görülür bir
iyileştirme yapıldı (726-836 TL arası). Hâkim
ve savcılara yüzde 10 ile yüzde 35 arasında olmak üzere seyyanen 1155 TL’ye
varan bir zam yapıldı. Alt rütbeli subay ve astsubaylar ile
bunların emeklilerine görev tazminatı verilmesine ilişkin çalışmaların yapıldığını
Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz açıklamıştı. Devletin üvey evladı olan Emniyet
Teşkilatı mensuplarına bir şey yok. Bu adaletsiz durum, Polis Teşkilatını kısmen devlete küstürdü. Yani devlet şu anda
bünyesinde “küstürülmüş
profesyonellerden” müteşekkil bir Emniyet Teşkilatı barındırıyor.
Bir başka konu, teşkilatın amir ihtiyacını karşılayan Polis
Akademisi kapatıldı. Akademide öğrenim gören genç öğrencilerin ellerine
bavulları verilerek, evlerine gönderildi. Yüzlerce gencin yaşadığı bu hayal
kırıklığı karşısında, İçişleri Bakanı
Efkan Ala, "Bu düzenlemeyi yapmak zorundayız.
Çünkü oradaki öğrencilerin çoğu Paralel mensubu" diyerek, âdeta
Türkiye Cumhuriyeti’nin itibarını “kurtarıyordu.” Devlet bu kadar küçüldü mü Sayın Bakan? Koca
Türkiye Cumhuriyet kendi çocuklarını devlete ve topluma kazandıracak çarelerden
mahrum mu? Bu çocuklar Polis Akademisi’ne alınırken devlet neredeydi? Tek suçlu
“Paralel Yapı” mı?
Rengi,
inancı, giyimi ve düşüncesi ne olursa olsun, kim ya da kimler, devletin,
milletin birliğine, beraberliğine karşı menfi faaliyetler içerisinde bulunuyor,
devleti sabote ediyor veya etmeye kalkışıyorsa bunlar için gerekli yasal
işlemler derhal yapılmalıdır.
Polis Akademisi’nin kapatılması doğru değildir. Akademide eğitim gören öğrencilerin okuldan
uzaklaştırılması gayr-ı hukuki bir uygulamadır.
Geçmişte
Gülen Cemaati mensuplarına selam vermiş olan tüm devlet memurlarını “paralelci”
diyerek fişlemek, görev yerlerini değiştirmek doğru değildir.
Hükümet
icraatlarını beğenmeyen ve eleştiren, AK
Parti’ye oy vermemiş her polis memuru “paralelci” değildir. Bunun da bir ölçüsü
olmalı.
Bu
baskı ve ötekileştirme, Emniyet Örgütü Disiplin Tüzüğünün Meslekten Çıkarma cezasını gerektiren
8. maddesinin hükmünü bilmelerine rağmen, kimi Emniyet Teşkilatı
mensuplarını, “hak aramak” adına aileleriyle birlikte izinsiz yürüyüşlere sevk
edebilir.
Yaşanan
bu süreçte, devletin “yanlışı yanlışla” düzeltme lüksü yoktur, olmamalıdır.
Böyle bir uygulama, Türkiye’deki toplumsal kırılmayı daha da
derinleştirecektir. Toplumdaki bu ötekileştirme
hamleleri; kin ve nefreti artırır. Kin
ve nefret ise çatışma ve şiddeti her zaman için teşnedir.
Sonuç
itibarıyla, içinden geçtiğimiz süreç normal bir süreç olmayıp anormal bir
hüviyet arz etmektedir. Böylesi hassas dönemlerde akl-ı selim ve kalb-i selimi
devreye sokmalıyız. Hesabımıza gelmese dahi, memleket ve milletin umumi
selameti adına şahsi ihtiras ve menfaatlerimizi; gerekirse rahatımızı da feda
edebilmeliyiz.
Zaman,
kılıçları kuşanma zamanı değil, kınına sokma zamanıdır…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder