Tarih
boyunca istikrarsız bir seyir izlemiş olan Türkiye-İran ilişkileri, son
yıllarda iki ülkenin karşılıklı bölgesel liderlik mücadelesiyle devam
etmektedir.
Osmanlı
döneminde -saray içlerine kadar- her
türlü casusluk faaliyetlerinde bulunmuş ve 1639 yılında imzalanan Kasr-ı Şirin Anlaşması’yla
bugünkü sınırlarımız çizilmiş olan İran ile 19. yüzyılda Rusya tehdidine karşı ittifak
kurulmuştur. Tarihten günümüze
Kürtlerin Ruslar nezdindeki itibarını (!) da gözler önüne seren aşağıdaki
alıntı, bu tespitimizi teyit eder mahiyettedir. “Kont Gudoviç’ten sonra Kafkasya’ya başkomutan olarak gelen Süvari
Generali Tormasov, (1809 yılından itibaren) Markiz Pauluççi (1811 yılından
itibaren) ve Tümgeneral Rtişçev (1812 yılından itibaren) Türkiye ve İran ile
aynı zamanda olan savaşlarımızı etkili şekilde sürdürdüler. Türkler ve
İranlılarla ortak askeri harekâtlar düzenlemelerine engel olmak amacıyla
Kürtler ile olan ilişkilerimizi desteklerdiler… Kürtler Rus uyruğuna geçmeseler
bile, hiç olmazsa Rus birlikleri ile çatışmalara girmiyorlardı ve sınırımızı
geçip topraklarımızda çapul yapan yalnızca küçük eşkıya çeteleriydi; bu çeteler
de gerçekte İranlılara ve Türklere hiçbir yarar sağlamıyorlardı, tam tersine
onların bu tür çapulları, Rusya’ya karşı
ittifak kuran İran ve Türkiye’nin ikili ilişkilerinde yalnızca sorun
yaratmaya yarıyordu.” (P.İ. Averyanov, Osmanlı İran Rus Savaşlarında
Kürtler (19. Yüzyıl), Shf: 34-35)
Osmanlı’nın
yıkılması sonrasında, Türkiye Cumhuriyeti ile İran’daki Pehlevi
Hanedanı arasında yeni bir dönem başlamış,
komşuluk ve dostluk bağları güçlenmiş, her iki ülke içerisindeki ayrılıkçı
gruplara karşı -özellikle de Kürt- ortak
politikalar izlenmiştir. Türkiye ve İran, ABD ile Sovyetler Birliği arasındaki soğuk
savaş dönemlerinde ABD’nin yanında yer almışlardır.
Adına
“İslam İnkılabı” denilen ve
İran Devrimi'yle birlikte İran'ın manevi tahtına oturan Humeyni sonrası iki
ülke arasındaki ilişkiler, ticari manada bozulmamış olsa da
diplomatik anlamda kısmi bir sarsıntı yaşamıştır. Bunda, İran’ın mezhep eksenli
kendi rejim politikalarını ihraç etmeye çalışması etkili olmuştur.
1991
yılında Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin yıkılması sonrası, bölge; -özellikle Orta
Asya’da- yeni bir Türkiye-İran liderlik mücadelesine sahne olmuştur. Türkiye’nin yeni kurulan devletlerde ABD ile
birlikte etkin olma politikasına karşılık, İran’da Rusya ile yakınlaşmaya başlamış
ve o dönem başlayan bu yakınlaşma bugün de iki ülkenin Suriye politikalarına
yansımıştır.
PKK
terörü ile mücadelenin Türkiye’nin ana gündemi oluşturduğu 1990 sonrası dönemde, Türkiye ile
İran arasındaki ilişkiler, bir kez daha menfi bir seyir izlemiştir.
Türkiye'nin, PKK’nın desteklenmemesi yönündeki talepleri, her
defasında İran resmi makamlarınca reddedilmişti. Oysaki bu dönemlerde İran PKK’yı himaye
etmekle kalmamış, gerektiğinde Türkiye’ye karşı taşeron bir örgüt olarak da
kullanmıştı. Türkiye’nin PKK ile mücadele için Irak’ın kuzeyine yönelik sınır
ötesi kara ve hava operasyonları, her ne hikmetse İran’ın tepkisiyle
karşılaşmıştır. İran’da idam edilen Kürtler için bir şey yapmayan PKK ise Türkiye’deki
faaliyetlerine ve silahlı eylemlerine aralık vermeden devam etmiştir.
İran'ın iki binli yıllardaki nükleer silah edinme ve
uranyum zenginleştirmeye ilişkin çalışmaları neticesi Batı ülkeleri tarafından uygulanan
ekonomik ambargo günlerinde, Türkiye -Brezilya ile birlikte- Batı ile İran arasındaki
müzakere sürecinin başlatılmasına büyük katkı sunmuştu.
2011
yılı Mart ayında başlayan Suriye’deki iç savaş, Türkiye-İran ilişkilerinin bir
kez daha zedelenmesine neden olmuştur.
Türkiye, ABD ve AB’nin yer altığı Batı bloku
ile hareket ederken, İran; Rusya ve Çin’in yer aldığı Doğu bloku içerisinde yer
almayı tercih etmiştir. İran bu dönemde Suriye rejimine destek vermekle
yetinmemiş, Suriye’deki muhaliflere karşı savaşmak için kendi askerlerini de
göndermiştir.
İran dünyada paramparça
olmuş İslam âleminin sorunlarına
çare olacak politikalar geliştirmek yerine, bölgede bir “Sünni-Şii” çatışmasına
sebebiyet verebilecek icraatlar ve söylemlerden vazgeçmeyeceğe benziyor. "Esed kırmızı çizgimizdir"
diyen İran, mezhepçiliğini ortaya koyarak; Orta Doğu'yu şiacılıkla istila etmek
istiyor.
Bölgedeki
mezhepsel gerilimleri azaltmak için İran'ın Türkiye'ye yönelik gizli
düşmanlık yapma alışkanlığını terk etmesi gerekir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder