PKK,
başta Cizre olmak üzere Silopi, Nusaybin, Hakkâri, Silvan, Lice ve Yüksekova’daki “demokratik özerklik” ilanlarını birer
“özgürlük direnişi” olarak görüyor. Bu il
ve ilçelerdeki hendek kazma, resmi kurumlar ile polis ve askere yönelik
saldırıların diğer bölge, il ve ilçelerde de gerçekleştirilebileceği algısı
oluşturmaya çalışarak, çoluk çocuk, kadın ihtiyar demeden sivilleri açıkça
ölüme mahkûm etmek istiyor.
PKK’nın
Avrupa’daki yayın organlarından Yeni Özgür Politika’da Selahattin Erdem
mahlasıyla yazı yazan KCK Yürütme Konseyi Üyesi Duran Kalkan buna yönelik
amaçlarını; “Cizre direniyor, bütün Kürdistan direniyor. 1990’ların başındaki
ulusal diriliş serhildanına öncülük
eden Cizre, şimdi de demokratik özyönetim inşasına ve savunulmasına öncülük
ediyor… 2014 Eylül’ünde Kobani’de DAİŞ faşizmine karşı kahramanca direnen
Kürtler, 2015 Eylül'ünde de Cizre’de AKP faşizmine karşı kahramanca direniyor.
2014 Yılında Kobanê direnişiyle kendilerini insanlığa mal eden Kürtler, şimdi
Gever ve Cizre direnişleriyle de yine demokratik insanlığın ruhu ve öncüsü
olmaya devam ediyor… O halde demokratik özyönetim ilanlarını bazı kasaba ve
kentlerle sınırlı tutmamak ve her alana yaymak gerekli ve önemlidir” diyerek
dile getiriyor.
PKK,
kamu düzenini hiçe sayarak, “demokratik özerklik” ilan ettiği ve güvenlik
güçleri ile çatışmaya girdiği bölgelerde, sivil vatandaşları tehditle ve zorla
kendilerine kalkan yapmaktadır. Arkasından, kontrolü altındaki medya araçları
üzerinden, hem iç, hem de dış kamuoyuna Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın baskıcı,
otoriter, totaliter ve diktatör bir lider olduğu propagandasını yaymaktadır.
Bununla yetinmeyen Kandil, özelde Erdoğan’ın genelde Türkiye’nin, Türkiye’deki
Kürtlere yönelik gerçekleştirdiği katliamların Beşer Esed’in Suriye’deki katliamlarından
daha büyük olduğunu -Türkiye’nin Suriye’den kaçan yüz binlerce sığınmacıya
kucak açtığını görmezden gelerek- iddia ediyor.
PKK-KCK’nın
bir başka hedefi ve iddiası ise özyönetim ilan edilen yerlerin Kürtlere
demokrasi getireceği, bu vesileyle Türkiye’deki tüm muhalif grupları (sol,
sosyalist, ulusalcı, emekçi, demokrat…) kendi çıkarlarını da gözeterek,
“demokratik özerklik” ilan edilen bölgelere destek vermelerine ikna etmektir. Ve
en nihayetinde 2013 Mayıs’ındaki Taksim-Gezi benzeri olayları tüm Türkiye’ye
yayarak -sözüm ona- Türkiye’deki demokratik devrimi gerçekleştirerek, bin yıllık Türk-Kürt kardeşliğini bozmaktır.
Kandil’in
sözcüleri, mevcut sorunları siyaset ile çözmek istediklerini, devletin sivil
siyasetin önünü kapattığını iddia ediyorlar. Oysaki silahı elinde bir güç ve
tehdit unsuru olarak bulundurmaya devam eden ve yeniden silahlı eylemlere
müracaat ederek, sivil siyasetin önünü tıkayan KCK-Kandil’in kendisidir.
Suruç’taki
bombalı saldırının ardından çatışmasızlığı sonlandıran KCK, o günden sonra
sürekli olarak “serhildan” çağrılarıyla halkı sokağa çıkartmayı hedeflemiştir.
Bu noktada amacına ulaşamadığını gören PKK, bir kez daha “Öcalan” kozuna
sarılmıştır. KCK’nın Kandil’deki üst düzey yöneticileri, bölge halkının önüne “Devlet’in Öcalan üzerindeki tecridi devam
ediyor, Öcalan’a tecrit uygulanırken halkın sessiz kalması mümkün değildir?
Öcalan ile neden görüşülmüyor? Bugün yapılması gereken şey direnişi
yükseltmektir.” propagandası ile çıkmaya başladılar. Kandil’in bu manevrası
karşılık bulur mu? Manevranın nirengi
noktasında “Öcalan” ismi varsa, biraz daha ihtiyatlı olmakta fayda mülahaza
edilmelidir. Devlet bu kozun kullanılmasına müsaade etmemelidir. PKK’nın
Öcalan’a dair gündeme getirdiği “tecrit” iddialarını boşa çıkarmalıdır.
Bu
ülke, bu millet “izm”lerden çektiğini, an azılı düşmanlarından çekmemiştir.
Kürtler de iradelerini “Apo-izm” ve
Kandil’e teslim etmemeli, kendilerini “Apo-izm”in ve PKK’nın vesayetinden
kurtarmalıdırlar.
Demokrasi
ve özgürlükler, demokratik olmayan yol ve yöntemlerle elde edilemez. Silah,
kan, acı ve gözyaşı üzerinden demokrasi getireceğini iddia etmek, demokratik
taleplerle çelişir ve demokrasinin varlık sebebine zıt bir teşebbüstür. Buna
ancak PKK diktatoryası denilebilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder