Öcalan, 30 Kasım 2005 tarihli Avukat Görüşme
Notları’nda: “Mustafa Kemal’in 1920’li
yıllarda oynadığı rolü 2000’li yıllarda oynayacak bir ‘Kürt’ Mustafa Kemal’e
ihtiyaç vardır” diyordu. Ve Kamuoyu
Öcalan’ın bu açıklaması karşısında şaşkınlığını gizleyememiş, ne demek
istediğini de anlayamamıştı.
Türkiye’nin en hassas konusunun öznesi
durumundaki şahsı, yani Abdullah Öcalan’ı baz almak... Biliyorum, birçok kişi gibi
“Neden Öcalan”, “Ne münasebet?” diyebilirsiniz. Bu konuda haklı da olabilirsiniz. Ama bize
göre ülkenin en büyük sorunu kabul edilen bir sorunun temel çözümü, o sorunun
başındaki şahsın tanınması ve tanımlanmasıyla mümkün olabilir.
İşte bu saptama bağlamında, şahsi inanç,
düşünce ve eğilimlerimi bir yana bırakarak, kendimden en ufak bir iz dahi
yansıtmadan, Öcalan’ı baz alarak bir çalışma yaptık. Öcalan’ın içyapısı ancak karakter
kodları, düşünsel derinliği ya da yüzeyselliği, eğilimleri, inanç dünyası ve
hedeflerini, Öcalan’ın aynası ve röntgeni diyebileceğimiz yazıları
incelendiğinde anlaşılabilecek ve görülebilecektir.
Yıllardır Türkiye’nin gündeminden
düşmeyen ve hâlihazırda da düşmeyeceğe benzeyen Öcalan ve PKK, değişik
çevrelerce kendi algı ve ilgi dünyalarına paralel düşen tahlil ve analizlere
tabi tutulmuştur. Öcalan bu güne kadar ya tanınmadı ya da tanınmak istenmedi. Zamanında
ve zemininde, yani Türkiye gerçekliğinde, kendi özel -yerel şartları içinde
Öcalan’ın kişisel kodları çözülmüş olsaydı, onun ideolojisi, ruh dünyası ve
dünya perspektifi üzerinde durulup analizler ve kriminal çalışmalar yapılabilseydi,
bugün çok daha farklı bir noktada bulunabilirdik
Öcalan, Mustafa Kemal’in kişiliğine
ilişkin yakalanmadan önce, “Şimdi M. Kemal’i çok iyi
görüyorum. Onunla karşı karşıya olmayı, kurnazlıklarını, alçaklıklarını yüzüne
söylemeyi çok isterdim. İktidarlaşmış ama neye dayanarak? Bazıları ‘Devrimci’,
‘Kurtuluşçu’ diyor” (Serxwebûn Dergisi-124, s. 18) derken, yakalandıktan sonra ise “Mustafa
Kemal ülkesi için, kendi halkı için dünya çapında en büyük mücadeleyi veren
önderlerden biridir. Mustafa Kemal, iyi bir savaşçıydı; iyi bir
bağımsızlıkçıdır, lâiktir, bilimseldir, ortaçağ ideolojisine karşıdır. Zaten
cumhuriyetçi olduğunu biliyorsunuz. Mustafa Kemal geleneği budur” (A.
Öcalan 24 Eylül 2004 Tarihli Avukat Görüşmesi Notları’ndan) diyebilmiştir (!)
Öcalan, Mustafa Kemal’in ittihatçılığına
ilişkin yakalanmadan önce, “M. Kemal işe
İttihat Terakkicilikle başlar. Cumhuriyetin kuruluşuyla artık yeni bir dönem
gelişir. Buna karşı tepkilerin gelişeceği açıktı. Zaten Ermeniler, Rumlar
tasfiye edildikten sonra, son olarak sıra Kürtlere geliyordu” (PKK 5.
Kongresi'ne Sunulan Politik Rapor, s. 93-94; Serxwebûn 157, s. 5) derken, yakalandıktan
sonra ise “Bilindiği gibi İttihat
Terakki’nin merkezi de Yahudi masonlarının almak istedikleri Selanik ve
çevresidir. Mustafa Kemal İttihat ve Terrakicilerin oyununu bozarak sonuçta
Cumhuriyeti kurmuştur” (Serxwebûn Dergisi-301, s. 40) demiştir.
Öcalan, yakalanmadan önce Mustafa Kemal’in
mason olduğunu, “Genelde İttihat Terakki,
özelde Mustafa Kemal ekibi mason localarına daha şiddetle bağlıdır. Bu dönemde
de Siyonizm’in merkezi Londra’dır” (Serxwebûn Dergisi -206, s. 15) ifadesiyle iddia ederken, aynı Öcalan yakalandıktan sonra ise “Öyle şekilsel şeylerle, her tarafa bayrak
asmakla, M. Kemal’in heykelini dikmekle ‘Kemalizm’ olmaz. M. Kemal iki anlayışla
mücadele etmiştir: Bir, ‘Panislamizm’; iki, ‘Pantürkizm’. Bir de M. Kemal
masonları tasfiye etmeye çalışmıştır. Onun için ‘Mason’ da diyorlar, ama
masonları tasfiye etmeye çalışmıştır” (Serxwebûn Dergisi-307, s. 60-61) der.
Yakalanmadan önceki Öcalan, Mustafa
Kemal’i: “M. Kemal’de burjuva demokratlığı yok, tam tersine bunun inkârı var.
Zaten TC'nin dayandığı Osmanlı despotizmi buna fırsat vermez. Kişi olarak da M.
Kemal'in böyle bir demokratlığı söz konusu olmaz. Tamamen bir diktatördür”
(A. Öcalan, Sömürgeci Cumhuriyet Kirli ve Suçludur, s. 150-151) ifadeleriyle azılı
bir diktatör olarak tanımlarken, ne hikmetse yakalandıktan sonra “Devlet ve demokrasi krizi en derin haliyle
yaşanıyordu. Bu duruma karşı geriye kalan devlet aygıtları ve toplumsal güçler
nefsi müdafaa, yani öz savunma durumuna geçmekten başka çare bulamamışlardı. Bu
tablo karşısında Mustafa Kemal önderliği açık ki Jakoben bir özelliği
çağrıştırmaktadır. Mustafa Kemal hem kişilik olarak yetişme tarzı gereği, hem
de öz bilinç ve irade olarak bu koşulların biçilmiş kaftanı ve kaptanı
durumundadır” (A. Öcalan, Türkiye’de Demokratikleşme Sorunları, Kürdistan’da
Çözüm Modelleri, s. 20-21; Serxwebûn Dergisi-352, s.18) demiştir.
Öcalan, yakalanmadan önce Mustafa
Kemal’i “1920'lerden sonra yükselen faşist dalgada Mustafa Kemal'in payı
belirgindir. Gerçekten de benzer faşist diktatörlüklerden daha tehlikelidir. Ve
bu diktatörlük günümüze kadar devam ediyor” (Serxwebûn Dergisi-168, s.
14) diyerek faşistlikle suçlarken, yakalandıktan sonra ise “Bu Neo-İttihatçılar kendilerine “Mustafa Kemalciyiz” diyorlar. Ama
Mustafa Kemal hiçbir zaman Almanya ile ittifak yapmamıştır. O'nun çizgisi
özgürlükçü ve bağımsızlıkçı çizgidir. O, dönemindeki koşulların dayatması
nedeniyle, daha çok İngiltere ve biraz da Sovyetler'le ittifak yapmıştır. Ama
hiçbir zaman Almanlarla ittifak yapmamış, Alman faşizminin yol açacağı
tehlikeleri öngörmüştür” (A. Öcalan 02 Ocak 2007 Tarihli Avukat Görüşme
Notları’ndan) diyebilecek kadar kendisi ile çelişmiştir.
Öcalan’ın “Mustafa Kemal”e ilişkin
değerlendirmeleri bu kadarla bitmiyor. (Merak edenler, daha geniş bilgi için
Öcalan’ın Mustafa Kemal Okumaları adlı kitaba başvurabilirler) Yine de bu kısa değerlendirme içerisinde,
onun kişiliğine ve özelliklerine dair birçok anekdotu bulabileceksiniz. Bir
başka ifadeyle, Öcalan’ın yakalanmadan
önceki katı ve ödünsüz muhalifliğinin, yakalanma sonrasında nasıl değiştiği rahatlıkla
görülebilecektir.
Amacımız, yakalanmadan önceki ve sonraki
Öcalan’lar arasındaki derin çelişkiyi, düşünsel ve ideolojik parçalanmışlığı,
yaşadığı travmayı ve kendi içindeki kavgayı ve Öcalan’ın tenakuzlarla dolu
kişiliğini ortaya çıkarmaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder