Ne
dünyaya gözlerini açarken öksüz kalışın,
Ne
doyasıya yaşayamadığın o tertemiz çocukluğun,
Ne
çektiğin yokluk ve yaşadığın acılar,
Ve
ne de gerçekleştiremediğin o güzel hayallerin
Yıldırmadı,
yıldıramadı…
Ne
kısa bir yolculuk olan yaşamın,
Ne
bu yolda yürürken önüne çıkan engeller,
Ne
şahsına reva görülen haksızlıklar
Ve
ne de, başındaki ağır imtihan,
Yıldırmadı,
yıldıramadı…
Ne Ağustos ayının kavurucu sıcağı,
Ne
kış mevsiminin dondurucu soğuğu,
Ne
sokakların karışıklığı,
Ne
de toplumdaki kargaşa ortamı
Yıldırmadı,
yıldıramadı…
Her
zaman Hak’ı kendine pusula eyledin.
Etmedin
kimseye haksızlık. “Üzülmesin
sevdiklerim”
Diyerek,
gökyüzünü andıran mavi gözlerinden
Yüreğine
akıttığın gözyaşların bile;
Yıldırmadı,
yıldıramadı…
Hani,
birlikte hazırladığımız,
Çeyiz
sandıklarımız vardı ya!
İçerisindekilerle
birlikte yetim bıraktın.
Artık ne çeyiz, ne de
çeyizlik dediğimiz tespihler,
Sen
olmadan zevk vermiyor Yılmaz'ım.
Zalime, zulme boyun eğmedin,
Sabredip,
“O neylerse güzel eyler” dedin; hep şükrettin.
Ve
rahmetinin kâinatı sardığı bir cuma akşamı,
Usulca
O’na teslim oldun.
Unutma!
Seni
“sevom” ha kardeş!
İnna lillâhi ve innâ ileyhi raciûn...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder