Taşın
“lâl” hali derler sana!…
Derler,
evet…
Çünkü
taşların sultanısın.
Rengin kan kırmızısı,
Derdime
eşlik eden, yâranımsın…
Ey
Lâl!...
Bir
gönüle “sultan” olmak için,
“Lâl”
mi olmak gerek?
Ya
da; “lal” olmak için,
Bir
gönüle “sultan” mı?
İsmin
taş lakin yüreğin lal…
Fıtratın
taş ama sıfatın lâl…
Hadi!
Susma konuş!...
Sen
değil, kalbi “taş” olanlar utansın…
Ey
Lâl!...
Yar’dan
bana kalansın…
Tenime
değip, yüreğime dokunan…
Sırdaşım,
gönüldaşımsın…
Her
taneni ayrı, ayrı sevip anlamlandırdığım…
Özlemimi
giderensin.
Radyoda,
“Ömrümüzün son demi,
Son baharıdır
artık”
şarkısını dinlerken hüzünlenip,
Döktüğüm
gözyaşımsın…
Ey
Lâl!...
Benimlesin
ve hep benimle kal!...
“Olur
da bir gün seni yitirirsem!...
Canım
acıyacak, yüreğim yanacak” diyordum ki…
Ansızın,
kaybolup gittin…
Bir
daha dönmemek üzere gitmiş olsan da!
Kalbimin
içindesin…
Çünkü?...
Sen
benim lâl’im, hâl’im…
Ve
ahh-valimsin…
Memdoğlu…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder