Anne ve babaların çocuklarına en büyük
armağanı ve tükenmeyen mirasıdır dua…
Ninemin Duası
Hani, bazen hayatta unutamadığımız anlar
olur. İşte, her hatırladığımda bizi o güzel günlerin büyülü dünyasına alıp
götüren güzel bir hatıram.
Yıl 1985…
Liseyi yeni bitirmiş, genç ve delikanlı
çağlarım. Yaz dönemi Elazığ’da kalıyor ve diğer arkadaşlarım gibi inşaat
işçiliği yapıyorum. Yaz aylarında gündelik işler de olsa, iş bulup
çalışabiliyoruz. Tüm arkadaşlarım gibi benim de endişem kış ayları.
Nasip bu ya, o kış Elazığ’da
çalışabilecek bir iş bulduk. Rabbim cümlesine ve o kış bize ustalık eden Rahmi
Usta’ya da rahmet etsin inşallah. Rahmi Usta’nın marketi andıran genişçe bir
bakkaliye dükkânı vardı. Yetmiş yaşlarındaydı ve gözleri çok iyi görmüyordu.
Alışveriş yapan müşterilerine para üstü verirken, kimi zaman fazla para verdiği
de oluyordu. Bu sebeple dükkânda yanında çalışmamı istemiş, ben de kabul
etmiştim.
O yıl, çok sert ve soğuk bir kış
yaşanmıştı. Kaldığımız evler, kerpiçten eski evlerdi. Bu sebepledir ki evleri
ısıtmakta güçlük çekiyorduk. Yaşlı annem ve babam, Elazığ merkeze otuz
kilometre uzaklıktaki Mollasorik köyünde ikamet ediyorlardı. Çalıştığım
dükkânın işleri hafta sonlarında daha da yoğunlaştığından, ben de her hafta
değil de on beş günde bir ancak köye, anne ve babamı ziyaret edebiliyor,
ihtiyaçlarını karşılayabiliyordum.
Zor ve zahmetli bir kışı geride
bırakmış, baharın tüm canlılığının yaşandığı Nisan ayındaydık. Köydeki anne ve
babamı ziyarete gideceğim hafta sonu öncesi, “Annemi bir arayayım da ne tür ihtiyaçları
var, temin edeyim” düşüncesiyle, köye telefon ettim. Tabi o dönem
köydeki her evde telefon bulunmuyordu. Var olan tek telefon, muhtarın
evindeydi. Köyün telefonunu aradım, telefona çıkan köy muhtarının kızına:
“Zahmet olmazsa annemi telefona
çağırabilir misiniz?” dedikten beş dakika sonra yeniden telefonu aradığımda,
rahmetli annem cevap verdi. Tüm ihtiyaçlarını not ettiğimde annemin:
“Oğlum, ninen de misafirimizdir, sakın nineni unutma” hatırlatması üzerine: “Baş üstüne
annem, merak etme sen” diyerek telefonu kapattım.
Rahmetli ninem çok cesur bir kadındı.
Otuz üç yaşında dul kalmış, altı çocuğunu bizatihi kendisi bakıp büyütmüştü.
Düşünün; 1960’lı yıllarda kaçak olarak Suriye’ye gidip, getirdikleri malları
zorlukla da olsa satarak, geçimlerini temin edenleri.
O ninem ki ticaret için Suriye’ye giden
ve karıştığı bir kavga nedeniyle Suriye’de alıkonan dayım Osman’ı getirmek için
silah kuşanmış, Suriye’ye gitmiş, dayım ile birlikte geri dönmüş cesur ve yiğit
bir kadındı.
“O dönemlerde bir kadın Suriye’ye tek
başına nasıl gidebildi?” dediğinizi duyar gibiyim. Müsaade ederseniz, ninemin
bu yolculuğunu sizinle paylaşmak isterim.
Köyümüz, “Şefkat” namıyla, demiryolu
tren istasyonuna ev sahipliği yapmaktadır. Bizim istasyon, sadece bizim köyümüz
için değil, çevredeki diğer köyler için de hayati bir önem arz etmekteydi.
Mollasorik’in, Karaali’nin, Günbağı’nın,
Çekemen’in, Karagedik’in yolu, durağı bizim İstasyon…
Trenlerin gelişini dört gözle bekleyen
annelerin, babaların, eşlerin, çocukların özlemlerinin sonlandığı yer, her
yolcu trenini misafir ettiğinde, kuşların cıvıltısını andıran köy çocuklarının;
“armut, armut, armut” diye cıvıldadıkları alanın adı bizim istasyon.
Askere gidecek gençler için ayrılıkların
başlangıcı olan, tezkere almışlar için ise hasretin bittiği yer…
Kimi zaman düğün, kimi zaman bayram, kimi
zaman da cenazelerin güzergâhı…
“Şefkat”i sadece isminde barındırmayan,
o şefkati, bağrını açtığın misafirlerine de sunan, kimsesizlerin uğrak yeri
bizim istasyon…
Gecenin karanlığında çevremizi
aydınlatan, korkularımızı yenmemize vesile tren seslerinin bize cesaret verdiği
ışığın kaynağı…
Bir efsane olmuş, bölgedeki tek ama uzun
tünelin nuru, trenlerin, manevra yaparken soluklandığı, dinlendiği vadiydi
bizim istasyon…
Abdullah’ın, Hasan’ın, Mehmet’in,
Mustafa’nın, Adem’in Kemal’in Aziz’in, Hüseyin’in, kısacası bölgenin “Ekmek
Teknesi” olan bizim istasyon…
Yolcuların soğuk kış günlerindeki
sığınağı, kalesi. Her gördüğümde, yüreğimi sızlatıp hatıralarımı canlandıran, çocukluğumun,
gençliğimin nişanesi bizim istasyon…
Evet, bir coğrafyaya umut olan bizim
istasyon, ninemin umutlarına vesile olur bu kez…
Ninem de sabah erken saatlerde bizim
istasyondan Adana istikametine giden Adana Ekspresi’ne biner. İstikamet
Gaziantep, İslâhiye Fevzi Paşa İstasyonu. Kendisi söylemekten hayâ etse de giderken
silah kuşandığını görenler, onun inanç ve cesaretine şahitlik ederdi.
Kendisini Suriye’nin Afrin şehrine
götürecek bir mihmandar ile sabah namazı vakti sınırı geçer ninem. Mihmandar,
Şahide ninemi aynı zamanda tüccar da olan dönemin ileri gelenlerinden birine
götürür. Her şeyi anlatır, içini döker ve oğlunu almadan geri dönmeyeceğini bir
kez daha haykırır ninem.
O gece misafir edilir. Uyku girmez
gözlerine. Sabah olduğunda karşısında görür oğlunu.
İşte!...
O ninem ki gece saat on ikide kalkar, sabah namazına
kadar vaktini ibadet ve zikir ile geçirirdi.
Anne ve babamın ihtiyaçlarını
hazırladıktan sonra, nineme ne alsam acaba diye düşünmeye başladım.
Nihayetinde, ninem için kışlık bir çorap ve bir tülbent aldım. İkisini güzelce
paketledikten sonra, köye gitmek için ilçe belediye otobüsüne bindim, köye en
yakın ve on kilometre mesafede bulunan Belhan Geçidi’nde indim. Belhan’da bizi çisil,
çisil yağan yağmur karşılamıştı.
Otuz kilo yük ile yağmur eşliğinde bir
saat yürüdükten sonra, nihayet köye varabilmiştim. Eve girdiğinde iliklerime
kadar ıslandığımdan yan odaya geçtim. Üzerimi değiştirdim, ninemi,
babamı ve annemi ziyaret edip ellerini öptüm. Isınmak için sobaya yaklaştım,
tabi her zaman olduğu gibi, çay yine hazırdı.
Arka salona giden annem nineme
seslendi:
“Anne buraya
kadar gelir misin? Torunun senin için bir hediye almış” dedi.
Ninem diğer odaya gidince, ben de
arkasında gittim. Yetmiş beş yaşındaki ninem oturmuş ağlıyor. “Ne oldu nine, yanlış
bir şey mi yaptım?” dediğimde; rahmetli bana doğru döndü ve gözlerimin içine
bakarak:
“Oğlum! Bu yaşıma kadar hiçbir torunumdan hediye
almış değilim, çok sevindim ve duygulandığım. Onun için ağlıyorum” dedi.
Doğrusu biz de hem duygulanmış, hem de
çok sevinmiştik.
Ninem, iki elini açarak:
“Yarabbi!
Sen, Rahman ve Rahim’sin. Torunumun üzerine rahmetini ve bereketini yağdır” diyerek dua etti. Ben odadan ayrılana kadar da o dua etmeye devam ediyordu.
Keyifliydim, mutluydum. Yemek yiyip, çay içtikten sonra, Elazığ’a
dönmek için yola koyuldum.
Öyle inanıyorum ki, bu gün helal
bir kazanç elde edebiliyorsak, bu; o ruhları şad olası yaşlılarımızın, dedelerimizin,
ninelerimizin, annelerimizin ve babalarımızın ettikleri dualar hürmetinedir. Şüphesiz
ki onların duaları, Allah’ın bize bahşettiği birer lütuftur.
İnsanın haddini ve acizliğini bilerek,
Allah’tan (c.c) talepte bulunmasıdır dua...
Yolda kalmışların, masum ve mazlumların
Rabbine iltica ettiği en güvenilir yol, en sağlam kaledir dua…
Mazlumun ahı, Müslümanın kalkanı ve silahıdır
dua…
Zikir olmakla birlikte, anne ve
babaların çocuklarına en büyük armağanı ve tükenmeyen mirasıdır dua…
Duayla kalın…
Memdoğlu...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder