Sözlük anlamı, “yetki, elverişli, lâyık, yeterli olmak” manalarına gelen “ehliyet”, aynı zamanda; bireyin dinî ve hukukî hükümlere muhatap
olmaya elverişli oluşunu da ifade etmektedir. Daha geniş bir ifadeyle,
insanların leh ve aleyhindeki hak ve sorumluluklara muhatap olabilme
yeterliliğidir.
Liyakat, “bir işe ehil olmak, bir işe layık olmak” demektir. “İşe hakkını verme” becerisidir. Ehil olmayan,
liyakatsiz insan, emanetin gereğini de yerine getiremez. Toplumda barışın,
adaletin, huzurun sağlanması, ehliyet ve liyakat sahibi insanların görev başına
gelmeleri/getirilmeleriyle mümkün olabilir.
Emanet, bir süreliğine başkasının
hizmetine sunulan değerdir. Emanet sahiplerinin emanet edecekleri insanda ilk
arayacakları şart “ehliyet” ve “liyakat” olmalıdır.
Cenab-ı Allah, Kur’an’ı Kerimde, “Allah, size, emanetleri mutlaka ehline
vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi
emrediyor. Doğrusu Allah, bununla size ne güzel öğüt veriyor! Şüphesiz ki
Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.” (Nisa:4/58) buyurarak, emanetin ve işin ehil kimselere verilmesinin önemine
dikkat çekmektedir.
“Emin” olmak Peygamber
(s.a.v) Efendimiz vasıflarındandır. O, örnek yaşayışıyla herkesin güvenini
kazanmıştır. Mekke fethedildiğinde, Peygamber (s.a.v) Efendimiz Kâbe'nin
kapısının açılmasını talep eder. Kâbe'nin anahtarı henüz Müslüman olmamış Osman
bin Talha’dadır. Osman bin Talha, anahtarı Peygamber (s.a.v) Efendimiz’e teslim
eder. O esnada, çok sayıda Müslüman bu
görevin kendilerine verilmesini bekler. Fakat Hz. Peygamber, Kâbe'yi açtırıp
içindeki putları temizletip şükür için iki rekât namaz kıldıktan sonra,
anahtarı yine Osman bin Talha’ya teslim eder. Orada bulunan herkes, Peygamber
Efendimiz’in görev verme konusunda, "ehliyet"
ve "liyâkat"i esas
aldığına şahit olurlar.
“Bir gün beyleri Sultan Mahmut'a: ‘Ayaz denilen bu kölenin ne marifeti var ki
sen ona otuz kişinin maaşı kadar maaş ödüyorsun?’ dediler.
Sultan Mahmut bu soruya o anda cevap
vermedi. Birkaç gün sonra beylerini alarak ava çıktı. Yolda bir kervan
gördüler. Sultan Mahmut beylerden birine: ‘Git
sor bakalım, bu kervan nereden geliyor?’ dedi. Bey atını sürerek gitti,
birkaç dakika içinde geriye döndü. ‘Efendim
kervan Rey şehrinden geliyor.’ dedi. Sultan Mahmut: ‘Peki, nereye gidiyormuş?’ diye sorunca, bey susup kaldı.
Bunun üzerine Sultan Mahmut başka birini
gönderdi. O da gidip geldi. ‘Efendim,
Yemen'e gidiyormuş.’ dedi. Padişah: ‘Yükü
neymiş?’ deyince, o da sustu kaldı. Bu defa padişah başka bir beye: ‘Sen de git yükünü öğren’ dedi. Bey
gitti geldi. ‘Her cins mal var, fakat
çoğu Rey kâseleri.’ dedi. Padişah: ‘Peki,
kervan ne zaman yola çıkmış?’ diye sorunca bey cevap veremedi.
Padişah böyle tam otuz beyi gönderdi,
otuzu da istenen bilgileri tam olarak getiremediler. Padişah son olarak Ayaz'ı
çağırdı: ‘Ayaz, git bak bakalım, şu
kervan nereden geliyor?’ dedi. Ayaz: ‘Efendim,
kervan görünür görünmez sizin merak edeceğinizi tahmin ederek gidip gerekenleri
öğrendim. Kervan Rey'den gelip Yemen'e gidiyor, yükü şudur, şu kadar at, şu
kadar deveden oluşuyor, şu kadar insan var’ diye kervan hakkında ayrıntılı
bilgi verir. Bütün bunları, beyler ağzı açık dinliyorlardı. Ayaz tek başına
otuz beyin edinemediği bilgiyi edinmişti.
Padişah beylerine döndü: ‘Ayaz'a neden otuz kişinin ücretine denk
ücret verdiğimi anladınız mı? Görüyorsunuz ki bu bile onun hizmetine karşılık
az geliyor.’ Böylece Ayaz'ı çekemeyerek aleyhinde konuşan beyler utanıp
yaptıklarına pişman oldular” (Gülgün Yazıcı- Mevlânâ'nın Mesnevi'sinde Ehliyet
Ve Liyakat Kavramları)
“Yönetim ve iktidarı elinden alınmış bir
sultana: ‘Niçin devletin elinden çıktı, başkasına geçti ve yetkilerin yok oldu?’
diye sorulduğunda şöyle demiştir:
‘Devletim ve kuvvetim ile gururlandım,
kendi görüşüme ve yaptığıma razı oldum, istişareden uzak durdum, küçük yaştaki
ehliyetsiz kimseleri büyük işlerin başına getirdim, Vaktinde önlem almadım, ihtiyaç
anında bir çözüm için fazla düşünmedim ve çare aramadım, acele edilecek bir
yerde, ele geçen fırsatı değerlendirmede ve ihtiyacı gidermede ağır davrandım,
geri durdum; bunun için başıma bunlar geldi!" (İmam-ı Gazali-Yöneticilere
Altın Öğütler, Semerkand Yayıncılık, Shf: 187)
Görevin ehil ve liyakat sahibi idareci ve
bürokratlar yerine, imtiyazlı kişilere verilmesi, devlet idaresinde ciddi sorunları da
beraberinde getirecektir. Bunun sonucunda ise ülke ekonomisi zarar görecek,
toplumda barışın, adaletin ve huzurun sağlanmasına halel gelecektir.
Meşru hedeflere, gayrı meşru yollar
üzerinden ulaşmak/ulaşmaya çalışmak, varılan sonuçlara hiçbir zaman meşruiyet
kazandırmaz...
Tarih tekerrürden ibaret değildir, tekerrür
eden yanlış ve hatadaki ısrardır…
Selametle kalın…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder