“Tarih tekerrürden ibarettir” mealinde bir deyim
vardır. Bu iddiayı ortaya atanların, kendi hata ve yanlışlarını meşrulaştırmak
için bu ifadeyi kullandıklarını düşünüyorum.
Aslında hepimiz de biliyoruz ki “tarih tekerrürden
ibaret” değildir. Yanlışta ve hata da
ısrar tekerrürden ibarettir. Yanlışta ve hata da ısrar bireysel
olduğu/olabileceği gibi, toplumsal da olabiliyor, oluyor.
Osmanlı’nın yıkılışını hazırlayan/hızlandıran
nedenlerden biri de son dönemlerindeki yanlış politikalardı. Osmanlı’nın kötü
gidişini sona erdirmek için yönetime talip olan İttihat ve Terakki Cemiyeti
kısa zamanda kuruluş ilkesine aykırı politikalar -Turancı- benimsemiş, bu
politikalar sonucu öncelikle Balkanlar’ı kaybetmişti.
İttihatçılar bu emellerine ulaşmak için Osmanlı’daki
yönetim boşluklarından faydalanarak Bab-ı Ali’ye sızmış, padişahın ve
sadrazamın -sadrazamın tayinini çoğunlukla kendileri belirliyorlardı- etrafını
kuşatmış, kendi müntesiplerinden başka hiç kimsenin padişaha ulaşmasına izin
vermemişlerdi. Nihayetinde taassupçu
politikalar ve “yanlışta ısrar” Osmanlı’nın yıkılışını hızlandırmıştı.
O dönemki İttihatçı zihniyetin mimarları, Osmanlı
tebası içerisinde faaliyet gösteren mason localar ve teşkilatlardı. Ve o günkü
komitacı zihniyet, her iktidar döneminde bir nevi mutasyona uğrayarak, farklı
şahıslarca, farklı isimler altındaki teşkilatlanmalar üzerinden günümüze kadar
hayatiyetini devam ettirmiştir.
Sadece Ak Parti iktidarları dönemine bakıldığında,
bu komitacı ve vesayetçi kliğin, günün şartlarına uygun olarak, iktidarı
kontrol etmek adına farklı yapılanmalar üzerinden faaliyet gösterdikleri
görülebilecektir. 1980 askeri darbesinin devamı olan askeri vesayeti ortadan
kaldırmak için, dini kisveli bir yapılanmayı kullandıkları gibi, bu yapının
devletin damarlarından temizlenmesi adına, devletin başlatmış olduğu
operasyonlar üzerinden; “Milli Damar” (!) adlı yapılanma marifetiyle, devleti ele
geçirmeye çalışmaktadırlar.
Medyada, devletin kimi kurumlarında -özellikle
emniyet- “millilik, milli damar” adı altında ortaya çıkan, kaynağını İT’en
alan; aslında yeni olmayan bu anlayış, kendileri gibi düşünmeyen, kendilerine
muhalif tüm kişi ve kurumları komitacılıkla suçlayan bu komitacı teşkilatın,
kendilerini korumak adına büründükleri zırh ise maalesef, Cumhurbaşkanlığı
makamı ve Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan’dır. AK Parti içerisinde de örgütlenen bu
klik, karşıtlarını ve kendilerini eleştirenleri “Beştepe’ye ve Cumhurbaşkanı
Erdoğan’a saldırıyor” suçlamasıyla suçlayarak, medyadaki ayakları üzerinden
toplumdan tecrit ediyorlar. Hakikat de Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AK Parti’ye en
büyük kötülüğü ve zararı “millileşme” (!) adına ortaya çıkan bu “Turancı kilik” yapmaktadır.
“Devletin
ve AK Parti’nin içini boşaltıp, tüm kadrolara milli isimler yerleştireceğiz”
diyebilecek kadar pervasızlaşan bu damarın, ne kadar milli (!) olduklarını
kamuoyunun takdirine bırakıyorum.
Millilik demek, ülkenin tüm fertlerinin ortak
çıkarlarını kendi şahsi çıkarları üzerinde görüp, bu doğrultuda çalışabilmektir.
Milli olmak demek, her türlü taassupçuluktan uzak;
“halka hizmeti, Hakk’a hizmet” olarak görmek demektir.
Bu damarın samimiyetini ve milliliği test edecek
çıkış, beklemedikleri bir yerden, Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan geldi. Türkiye’nin
İsrail ve Rusya ile olan ilişkilerinin normalleşmesinin ardından, Cumhurbaşkanı
Erdoğan’ın: “Türkiye, Suriye’den gelenlerin de vatanıdır.
Kardeşlerimizin içerisinde inanıyorum ki Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmak
isteyenler de var. Konuyla ilgili olarak İçişleri Bakanlığımız attığı adımlar
var. Ellerinden geleni bakanlığımız oluşturduğu ofisle takip etmek sureyitle
kardeşlerimize, bu yardımı, bu desteği yaparak onlara vatandaşlık imkanı
vereceğiz.” açıklamasına, kendilerine Beştepe’yi ve Cumhurbaşkanı
Erdoğan’ı kalkan ederek devleti ele geçirmeye çalışan, sözüm ona “milli” (!)
damarcıların nasıl bir tutum takınacakları merak konusudur.
Buyurun samimiyet testine…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder