Hamza, uzun kış
gecelerinde evlerinde toplanan babasının arkadaşlarından, av hikâyelerini
dinlerken bazen heyecanlanır bazen de günün birinde
kendi av hikâyelerini anlatacağı anların hayalini kurmaktan geri durmazdı.
Yemyeşil bir vadinin
yamacına kurulu kasabaları ve kasabalarını bölgenin cazibe merkezine
dönüştüren, bölge sakinleri tarafından “Umut Gölü”
olarak adlandırılan, sulama baraj gölünün bulunduğu güzel
bir yerleşim yeri…
Yoğun kar
yağışına rağmen, vadinin iki yanını kaplayan ve yeşilliklerinden ödün vermeyen
ormanlık alan ile dupduru maviliğine, gökyüzünün turkuaz
maviliğini de ekleyen, göçmen kuşların uğrak yeri olan baraj gölü ve
tabi ki seyrine doyum olmayan muhteşem bir doğal güzellik…
Güneşin vurduğu
yerlerde erimiş olsa da gölgeliklerde kar parçacıklarının
bulunduğu, kasaba sakinlerinden
kimilerinin, ilkbaharla birlikte meyve bahçelerindeki meyve ağaçlarını
ilaçladıkları, mübarek Ramazan’ın bereketinin yaşandığı Mart ayının son
günlerinde, Hamza ve arkadaşları güneşlenmek için kasabanın girişindeki yamaçta
oturmuş sohbet ediyorlardı.
Gölün bulunduğu sazlıkların arasından, meyve
bahçelerinin yer aldığı vadiye doğru
giden bir tavşan görürler. On yedi yaşında bir
delikanlı olan Hamza ile arkadaşları arasında tavşanın avlanılıp avlanılmaması
konusunda kısa bir tartışma yaşanır.
Hayalini kurduğu av hikâyesinin fırsatının geldiğini düşünen Hamza eve
gelir. Annesinin, “sadece eğlenmek”
için hayvanların öldürülmesine karşı olduğu belirtmesine rağmen, babasına ait;
on ikilik diye tabir edilen av tüfeğini alır, seri bir şekilde evden çıkar.
Elinde tüfek, vadiye doğru koşuşturan Hamza, kasabanın usta avcılarının -biraz
da alaycıl- takılmalarına aldırış etmeden,
hedeflediği noktaya ulaşır.
Olan bitenden
habersiz olan tavşan, meyve bahçelerinin
içinden geçtikten sonra Hamza’nın siper aldığı noktaya doğru gider. Tavşanın menziline girdiğine karar veren
Hamza, tüfeğin tetiğine basar. Etrafı, duman ve barut kokusu sarar. Hamza
tavşanın gözden kaybolduğu noktaya doğru koşmaya başlar. Evet, tavşanı
vurmuştur ancak yüreğine tarifi mümkün olmayan bir hüzün çöker. Cebinden
çıkardığı bıçakla boğazını kesmeye çalıştığı tavşan, son bir gayretle kaçmaya
çalışır ama nafile, tekrar yere yıkılır. Yerde yaralı olarak yatan tavşanın
çıkardığı sesler, Hamza’nın aklını başından almıştır. Tavşanın inlemesi, kundaktaki
bir bebeğin inlemesini andırır. Hamza bir an, boğazını kesmeye çalıştığı şeyin
bir bebek olduğu hissine kapılır ama yapması gereken şeyi yapar ve tavşanın
boğazını keser.
Hamza’nın bedenini
garip ve tuhaf bir duygu sarmıştır. Bir yandan hayalini kurduğu, av hikâyesi, diğer
yandan sebepsiz yere; kim bilir belki de
yavruları olan bir hayvanı öldürmek... “Hikâyenin zamanı mıydı, ne günahı vardı da
bu hayvanı öldürdüm?” diyerek, oturduğu yerde bir süre ağlamaya başlar ve
yaptığından büyük pişmanlık duyar. Kolu
kanadı kırılmış, vücudu boşalmıştır adeta.
Bir süre sonra
oturduğu yerden kalkan Hamza, tavşanı alır eve doğru yola çıkar. Gözleri
kimseyi görmez, eve giderken kendisini tebrik edenleri duymaz.
Hatta, köyün yaşlı ve usta avcılarının: “Hamza! Nasıl oldu da tavşan avladın. O
tavşan kör müydü, topal mıydı?” şeklindeki
sorularına
cevap vermeden, sessizce eve girer. Elinde tavşan ile eve dönen oğlunu gören
basası sevinir. Beti benzi atmış, yüzü sapsarı
olan Hamza’ya babası: “Bir şey mi oldu
oğlum?” deyince, Hamza ağlamaklı bir ses tonuyla: “Baba bu tavşanı vurduğumda, zavallı hayvan bir bebek gibi ağladı”
der. Bu kez araya annesi girer: “Demedim mi oğlum, gitme diye! Yufka yürekli insandan avcı olmaz. Sen
de
yufka yüreklisin Hamzam, senden de avcı olmaz” der ve sözünü
tamamlar.
Kısa bir
sessizlikten sonra Hamza: “Söz baba! Allah’a yemin ediyorum ki bu
saaten sonra avlanmayacağım ve sebepsiz yere hiçbir hayvanı öldürmeyeceğim”
diyerek, tüfeği babasına verir ve bir daha ava
çıkmaz.
Yıllar sonra
anlatacağı bir av hikâyesi bulunsa da Hamza;
hikâyeden çok, avladığı tavşandan
duyduğu pişmanlığı hep yüreğinde taşır.
Sözün özü: Hayat da her insanın pişmanlıklarının olduğu/olabileceği inkar
edilemez bir gerçek. Ancak! Bu pişmanlıkların nasıl yaşanacağı ve hayatımıza ne
kadar zarar verebileceğini belirleme iradesi de bizim elimizdedir.
Allah (C.C) cümlemizi dünyada ve ahirette pişman olacağımız
fiillerden muhafaza etsin inşallah.
Selametle
efendim…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder